Dark 2. Sezon Değerlendirme

Dark 2. sezon değerlendirme

Dark'ın ikinci sezonu çok uzun zamanımı aldı. Dizinin ikinci sezonunu izlemekte, ikinci sezon hakkında yazmakta çok zordu. Bir kere dizi zor bir dizi. Ve dizi hakkında yazmadan önce diziyi etraflıca ele almalı, karakterleri iyi analiz etmeliydim. Ondan sonra gönül rahatlığı ile yazabilirdim. Zaten bunu da başardığımı düşünüyorum...

Dizinin ikinci sezonu hakkında yazmadan önce dizi hakkında yazdığım eski yazılarıma faydalı birkaç link bırakacağım. Daha sonra dizinin ilk sezonundan kısaca söz edecek ve son olarak ikinci sezonu değerlendireceğim. O halde başlayalım.

Dark hakkında detaylı bilgi için #şuradaki yazıma, dark karakterleri hakkında detaylı bilgi için ise #buraya bakınız.

İlk sezonda Mikkel'in kayboluşu sonucu Ulrich'in Mikkel'i bulma çabalarına tanık olurken bir çok karakteri yakından tanıma fırsatı bulmuştuk. Tabii bu esnada; bir nükleer santral, bir zaman makinesi, bir mağara, ölen kuşlar ve gidip gelen elektrikler gibi bir takım şeyler gözümüze gözümüze sokuldu. 33 yılda bir yaşanan, kendini tekrarlayan enteresan olayları çözmeye çalışırken karakterler hakkında farklı şeyler görüyoruz.

Dark 2. Sezon Hakkında


İlk bölümde, 1921 yılında, karakterlerimizin zamanda yolculuğa çıktığı mağranın içinde kazı yapan iki adam, uzun adı Sic Mundus Creatus Est olan tarikat hakkında konuşuyor, ki bu tarikat ilk sezondan itibaren Dark’ın olayların açıklaması için tutacağı taraf bilim mi tanrı mı sorularını da sormamıza neden olan zemini hazırlamıştı. Her zaman diliminde sürekli aynı tekinsizliğini koruyarak karşımıza çıkan peder Noah da bu tarikatla olan bağlantısı üzerinden ikinci sezonda da olay örgüsüne doğrudan müdahaleleriyle katılmaya devam ediyor. İki adam mağaradan çıktıktan hemen sonra, genç olanın, Noah’nın gençliği olduğunu ve “biri” tarafından ona Noah isminin bahşedildiğini öğreniyoruz. Hemen ardından Noah elindeki kazmayla diğerini vahşice öldürüyor ve birden başka bir zaman diliminde yetişkin Noah’nın elindeki “kutsal” zaman çizelgesinin olduğu deri kaplı defteri görüyoruz; ancak asıl dikkat çeken bu neredeyse kutsal kitap hâlini alan defterin eksik sayfaları ve tüm ekranı kaplayan devasa bir not: 27 Haziran 2020 – Son döngünün başlangıcı. Bu ne demek oluyor? Ayrıca genç Noah o adamı neden öldürdü? Ona Noah ismini bahşeden yüce varlık kim ya da ne? Bu soruların hepsi bizimle birlikte zamandan zamana sürükleniyor. Yine de birkaçına sezon boyunca çok da açık bir yanıta benzemeyen geri dönüşler alabiliyoruz.

Tüm bu sürecin döngüsünü bir şekilde takip edebilmemiz için ise bir kırılma noktası seçilmiş: kıyamet. İkinci sezonda esas olarak karakterlerin dönüşümü kıyameti nasıl körüklüyor, varolan düzene nasıl bir müdahale oluyor da sonumuz bir felaketle sonuçlanıyor gibi soruları da cebimize koyarak ilerlerken, Jonas’ın kıyametle ilgili doğrudan bir müdahale içinde olduğunu anlıyoruz. Ama bu noktada Jonas’tan ziyade Adam isminde başka birinin hükmünden bahsediliyor. Yetişkin Noah ve genç Noah’nın kilisede konuştukları sahnede, Adam’ın “büyük eli” bir kere daha tekrarlanıyor. Peki kim bu Adam? Neden yüzü bu kadar deforme olmuş? Daha doğrusu, madem buraya kadar geldik spoiler içeren esas soruyu soralım: ne oldu da, Jonas uçuruma ne kadar uzun süre baktı da, Adam gibi birine dönüştü?

Jonas’ın geleceğe gidip, post-apokaliptik bir dünyada gözlerini açtığı dönemde hüküm süren Sic Mundus tarikatı üyeleri, her şeyin aşırı soğuk ve gri olduğu bir yerde cenneti vadederek hemen hemen önlerine gelen herkesi asıyor. Bu kadar yüzeysel bir şekilde açıklamayı ben de istemezdim ancak temelde olan bu. Bu arada tarikatın yasaklı bir bölgeyi koruduğunu biliyoruz ve bu yasaklı bölge de siyah maddenin saklandığı bölge. İlerleyen bölümlerde öğreneceğimiz üzere, bu bölgenin ve genel olarak Sic Mundus tarikatının hükümdarı Adam iken, Jonas en sonunda dönüşeceği Adam’a karşı bir tavır sergileyerek bölgede ve genel olarak tüm zaman akışında sonuçların felaketle sonuçlanmaması için elini taşın altına koyuyor. Belki de tam da bu nedenle, yani Jonas’ın olaylara birinci dereceden müdahil olması sebebiyle kaçınılmaz olarak Adam’a dönüşüyor diyebiliriz.

Sic Mundus tarikatı ve zamanda yolculuğun temel olduğu ikinci sezon anlatısının aşırı müdahaleci karakterlerinden birisi de beyaz şeytan olarak tanıtılan Claudia Tiedemann. Nükleer santralin yöneticisi konumundaki Claudia’nın temel motivasyonunu anlamak, anladığımız noktada empati kurabilmek biraz güç olsa da kesin olan bir şey var ki, o da Claudia’nın öncelikle kızı Regina’nın hayatta kalmasını istemesi. Çünkü Regina nedenini tam olarak anlayamadığımız bir nedenden kansere yakalanıyor, bu durumun da muhtemelen Claudia’nın yönetiminde olduğu nükleer enerji santrali ile bir bağlantısı var, çünkü bir şekilde Claudia bu durumu engelleyebileceğini düşünüyor. Ama tabii diğer başkarakterlerimiz gibi, o da yalnızca kendi hayatıyla ilgili bir pişmanlığı ya da ters giden bir olayı değiştirmek için zamanda yolculuk yaptığında, aslında çok daha büyük bir rol üstlendiğini anlıyor. Öyle ki, Jonas intihar eden babasını ölmeden önce uyarmak için zamanda yolculuk yapınca, yaşlanmış hâliyle Claudia beliriyor ve Michael’ın (ya da küçük Mikkel’in zaman yolculuğu yapıp büyümüş hâli mi demeliyiz?) ölmesi gerektiğini, Jonas’ın da düşündüğünden çok daha büyük bir amacı olduğunu söyleyip gidiyor. Bunun üzerine anında ikna olan Jonas, aslında intihar etmeyi düşünmeyen Michael’in kafasına ölüm fikrini yerleştirip gidiyor. Tüm bu olaylar zinciri aslında hiçbir şeyi net bir şekilde açıklamazken bir yandan da bir konuda kesin bir yargıda bulunmamızı sağlıyor; eğer olaylara müdahale edilirse, o olaylar da müdahil olana müdahale eder. Dark 2. sezon, tekrar tekrar bize bu sözü hatırlatırken bir yandan da sürekli bir şekilde gelişen karakterleriyle de soru üstüne soru ekliyor.

Dizi ilk sezonda oldukça ilgi çekici ve güzeldi fakat ikinci sezonda işler çok ama çok karıştı gibi. Bence dizinin üçüncü sezonda final yapıyor #oluşu isabet olmuş.
Yorum Gönder

Yorum Gönder